26.8.08

Boğazın Kuzey Ucu - Northernmost End of Bosphorus

Yakın zamanda kutu saklama (geocaching) denen bir oyunu (http://www.geocaching.com, http://www.geocachingturkiye.com) bahane ederek İstanbul Boğazı'nın kuzey ucuna bir gezi gerçekleştirdik eşimle. Hedef Anadolu Kavağı'nın üst tarafındaki Yoros Kalesi'ydi (41°10'43.30"K 29°05'43.26"D).

Recently we arranged a trip to the northernmost end of the Bosphorus with my wife following a game called box hiding/seeking (geocaching) (
http://www.geocaching.com, http://www.geocachingturkiye.com). The target was The Yoros Castle (41°10'43.30"N 29°05'43.26"E).

Koşuyolu'ndaki evimizden Üsküdar'a inip boğaz boyunca kuzeye gittik. Beykoz'dan sonra askeri bölge başladığı için içeri doğru kıvrıldık. Yol üstünde bulunan Hz. Yuşa'nın mezarı çok ziyaret edilen bir yer olduğu için tabelalarını takip etmek işimizi çok kolaylaştırdı. Kavağın içinden geçip yukarı doğru kıvrılan bir tane ana yol olduğu için kaybolmak beceri istiyor aslında.

From our house in Kosuyolu, we rode down to Uskudar to meet the Bosphorus and then headed north. As we reached the military zone after Beykoz, we started to go inland. For the Yusa hill on the way is one of the most visited places around, its directive signs are very helpful. Missing the only main road going through Kavak and winding up is a matter of skill.
















Yoros Kalesi (http://tr.wikipedia.org/wiki/Yoros_kalesi) Doğu Roma/Bizans İmparatorluğu'nca inşa edilmiş ve tarih boyunca defalarca el değiştirmiş. Manzarası, rüzgarı, huzuru... Ziyaret edilip hissedilmesi gereken bir yer. Aldığım duyumlara göre kışın apayrı bir havaya bürünüp kasvetli bir hal alıyormuş.















The
Yoros Castle (http://en.wikipedia.org/wiki/Yoros_castle) was built by East Roman/Byzantium Empire and it was conquered many times by different nations. Its scenery, wind, peace... A place to visit and experience. As far as I've heard it gets quite different during the winter. Cold, dark, depressive...
















Kale tamamen terk edilmiş, bakımsız ve korumasız durumda. Girişi bile vahim durumda. Buna rağmen bozulmamış güzel noktaları mevcut.

The castle is totally abondoned. Even the entrance is grave. But it still keeps some beauties inside.




















Yoros Kalesi'nde manzaranın tadını çıkarırken eşim "Buraya kadar gelmişken Fener'i görmeyecek miyiz?" dedi. Hayır demeyeceğimi bildiği için önermişti zaten. Tekrar atladık ikitekerimize, açtık gazı.

While we were enjoying the scenery, my wife suggested "For we came that close, we will visit the Lighthouse, won't we?". She asked this because she knew I wouldn't say no. So we mounted our bike and throttled.

















Anadolu Feneri (http://tr.wikipedia.org/wiki/Anadolu_Feneri) 1800'lerin başlarında Fransızlar'ca kurulmuş. Birkaç kez elden geçtikten sonra yakın zamanda modern sistemlerle donatılmış. Otomatik hale gelen fenerde işletmeden sorumlu Erkan Bey'e sadece bekçilik etmek kalmış.

Anatolian Lighthouse was built by French in the first half of 19th century. Being restored a few times, it was equipped with modern systems recently. After the installation of automatic systems, the lighthouse keeper Mr. Erkan has become the guard.






























Fenerin hemen altında küçük bir cami, aşağısında ise Poyrazköy bulunuyor. Harika bir yer.

There is a small mosque down the lighthouse. The village by the sea is Poyrazkoy. A marvelous place.















Fenerin hemen yanında küçük bir çardak mevcut. Soluklanmak için bire bir. Erkan Bey, termosla çayınız, kekinizi, çöreğinizi alıp gelin, bundan iyi dinlenme yeri bulamazsınız diyor. Haksız da değil yani.















Right beside the lighthouse there is a little gazebo. Lighthouse keeper Mr. Erkan tells us to come with tea in thermos and maybe cake or something, for we can't find a better place to rest. He is quite right, isn't he?

Günün sonunda çıkış sebebimiz olan hazine sandığını bulamamıştık ama oyunun amacı olan hazineye ulaşmıştık. Sırada yeni sandıklar var.

The end of the day was a frustration from the point of treasure chest which was our moving point. But it had done its job. There are new chests ahead.

Manzarayı görebileceğiniz büyük panoramik fotolar için diğer blog sayfamı (http://noblink.blogspot.com) ziyaret ediniz.

For the big size panoramic photos of the sceneries please visit my other blog (http://noblink.blogspot.com).

4.8.08

Hangi İstanbul?

Motor ustasıyla karşılıklı oturmuş, çay içip sohbet ediyoruz. Bu girdi içeri. Üstü başı, saçı sakalı, bir de konuşması ne koşullarda çalıştığını, ekmeğini kazandığını, nasıl yaşadığını az çok belli ediyor.

Selamlaşmanın ardından mekan sahibi usta buyur etti, oturttu, çay ikram etti. Sonra derdini sordu.

Her gün en az 35km yol katediyormuş. Toplu taşıma ile perişan oluyormuş. İşi de aksıyormuş. Hem ilk yatırımı, hem de işletmesi hesaplı olacak ulaşım istiyor: Bir motosiklet.

Usta bütçeyi kestirebilmek için önce maaşını soruyor. Sonra ihtiyacı tam kestirebilmek için "Köylü müsün?" diyor. Köyde mal taşınır çünkü. Köyün yolları kötüdür. Ona göre motor seçmek lazım. Benim bu soruya verebileceğimden daha rahat cevap veriyor: "İstanbulluyum".

Bir arkadaşım babasına telefon açıyor, "Baba tayinim falanca yere çıktı. İstanbul'a 1 saat". Baba soruyor "Hangi İstanbul'a?".

Adam herkes kadar İstanbullu. Bütün İstanbullar, hep birlikte, bir İstanbul.

Sonra diyor ki "Dışı plastik bunların. Ben alıp aluminyumla değiştireceğim. Sağlam olsun". O anda üstüne Mercedes ya da Alfa Romeo amblemi yapıştırılmış Tofaşlar geldi aklıma. Ya da en edeplisinden Doğan görünümlü Şahin. Az daha para toplayabilsek, cip alacağız. Sonra da sanayide tüp taktıracağız.

İşte İstanbul, işte Türkiye.