24.3.07

F1 İş Dersleri








8 Mart 2007 tarihinde Ortaköy Esma Sultan Yalısı'nda İmi Organizasyon'un düzenlediği Sınırları Zorlayan Performans/Formula 1 Motor Yarışından İş Dersleri konferansına katıldık. Konuşmacı, aynı isimli kitabın ortak yazarlarından Ken Pasternak idi.










Açılış konuşmasını yapan TOSFE
D Yönetim Kurulu Başkanı Mümtaz Tahincioğlu, Formula 1'in değişik noktalarına dikkat çekerek ne kadar farklı bir organizasyon olduğunu ortaya koydu. Buna göre bir Formula 1 organizasyonu, ki özünde yaklaşık 1,5 saatlik bir yarışmaya tekabül eder, 77.000 adamxsaat çalışma gerektiriyor. Toplamda 8.000 parçadan oluşan bir F1 aracının piste çıkabilmesi için gereken çalışma ise 250.000 adamxsaat. Bu 8.000 parçadan herhangi birinin kusurlu olması ise tüm çalışmayı sonuçsuz bırakacak bir etkiye sahip. Kalite ve organizasyonel gereksinimin seviyesi, en büyük bütçenin değil, bütçexeleman kalitesinin başarıya ulaşması ile sonuçlanıyor.

Pasternak sunumuna, F1'in sportif önemine ve tarihçesine değinerek başladı. Rekabet avantajının ön planda olduğu bu sporda, çok değişik endüstrilerin çalışma gerçekleştirdiğini vurguladı. Bunun da öncelikle müşteriyi ve koşulları anlamanın önemini ön plana çıkardığından bahsetti. Seyirciye yönelik, seyircinin olmazsa olmaz olduğu bir alan olmasına rağmen, bir eğlence değil spor olduğunu ortaya koydu. 1906 yılında gerçekleştirilen ilk F1'de kazananın Renault olduğunu, ilk resmi yarışın ise 1950 yılında yapıldığını ifade etti.

Halihazırda 17 ülkede 18 yarışın organize edildiği F1'de yarış başına 205 milyon izleyici ve 27.550 saatlik radyo/televizyon yayınının yapıldığını kaydetti. Bu veriler, F1'in her yönüyle rekabete açık çok büyük kapsamlı bir organizasyon olduğunun göstergesi. Başlı başına bir sektör. O kadar büyük bütçeler söz konusu ki akla sık sık spor mu iş mi sorusu takılıyor. Pasternak konuşmasında bu soruya özetle iki saatliğine spor, geri kalan zamanda da iş olduğu tespitinde bulunarak cevap verdi.

Sürekli değişen, dinamik rekabet ortamında yüksek performans sağlamanın önemine değinen Pasternak, grafiklerle de desteklediği sunumunda en iyi ve en kötü yarışmacı arasındaki farkın, toplam performansın %5.6'sına denk geldiğini ifade etti. F1'de performansı etkileyen üç unsuru ortaya koydu: Güç (tork ve beygirgücü), yol tutuş ve downforce (aerodinamik ile yere basma). Başarının bunların bileşkesi olduğunu ifade ederken güzel bir anekdota da yer verdi: “Birinci bitirmek için önce bitirebilmelisin”.

F1 yarışlarındaki rekabet ortamı sürekli değişim gerektirdiğinden, takımlarda öncelikle büyüme, bunu sağlamak için de yenilenme ve gelişim gerçekleşiyor. Bu süreçte organizasyonun en tepesindeki Dünya Otomobil Sporları Federasyonu FIA, çeşitli kural düzenlemeleriyle hız ve güç olgusunu, tehlike boyutunu ve risk oranını düşürmeyi amaçlamaktadır. Ancak yıllar içinde ortaya çıkan durum incelendiğinde teknolojik gelişimin bu frenleme çabalarını etkisiz bıraktığı, her zaman aştığı anlaşılmaktadır. Yarış sezonu boyunca başarının hedef olduğu rekabet avantajı, gelişimde sürekliliği gerektirmektedir.

F1'in doğrudan iş ortamına en fazla benzerlik gösteren kısmı pit stop denilen, kısa zamanda yüksek performans gerektiren organizasyonel düzen ve takım çalışmasının ön plana çıktığı bakım bölümleri. Kısaca, sıcak ve yoğun gürültü gibi çalışmayı zorlaştıran koşulların hakim olduğu çok dar bir alanda ortaya konan bir çalışma. Hata payı çok az olduğu ve koşullar sürekli değişim gösterdiği için takımlar, çok sayıda değişik senaryo için planlar üretip bunları çalışıyorlar ve her yıl 1.500 kere pratik yaparak performanslarını artırıyorlar. Vurgulanması gereken en önemli noktalardan biri “Lollipop man” denen şef. Görünürdeki işi, elindeki lolipopa benzer tabela ile pilota durma ve hareket etme komutları vermek olan bu kişi, bu talimatları verebilmek için tüm takımı gözleyip, değerlendirip, karar verip, telsizle yönlendiriyor. Tüm çalışmayı, içinde yer alarak, dışarıdan bir
gözle değerlendirip yönetiyor.

Konu, zamanla değişim gösteren performans olgusu kapsamında organizasyonel olarak ele alındığında organizasyonun birbirleriyle kesintisiz bağlantı içinde olan bireyler, takımlar ve ortaklardan oluştuğu ortaya çıkıyor. Bunlar, sürekli etkileşim, değişim ve gelişim çerçevesinde çalışıyorlar.

Etkili takımların özelliklerine baktığımızda, ortak, paylaşılmış bir hedef ön planaçıkıyor. Bu doğrultuda net olarak belirlenmiş ve özümsenmiş görev ve sorumluluklar kendini gösteriyor. Açık iletişim başarı için ön şartlardan biri iken, bireylerin takımla kimlik bulmaları ve kendilerini göstermeleri takımın başarısında etkili oluyor. Etkili bireylerin özellikleri bazı farklılıklar gösteriyor. Etkin dinleme ve açık sorular sorarak katılım gerçekleştirme önceliklerden biri. Destekleyici çalışma gerekliliklerden biri iken yapıcı meydan okuma gelişimin önünü açıyor. Sık sık yapılan özetleme işe hakimiyeti artırırken, işi üzerine alma, sorumluluk ve iş bitirmeyi sağlıyor.

Bu noktada ortaklık olgusunu irdelemekte fayda var. F1'de dört çeşit ortaklık söz konusu. Birinci tür olan normal tedarikçiler para karşılığında ürün ya da hizmet sunuyorlar. Teknik ortaklar, doğudan pazarlama olanaklarından faydalanmak adına ürün veya hizmet sağlıyorlar. Şirket ortaklıkları, pazarlama ve marka tanıtımı için ürün veya hizmet sağlıyorlar. Dördüncü tür olan ticari sponsorlar ise, kendi markalarının tanıtımı için takımlara mali yatırımda bulunuyorlar.

Programın bu aşamasında CNNTürk'ten Nebil Evren'in yönetimindeki panele geçildi. Konuklar Siemens IT Solutions and Services Direktörü Ali Rıza Ersoy, Renault MAİS Genel Müdürü İbrahim Aybar, TOSFED Yönetim Kurulu Başkanı Mümtaz Tahincioğlu ve Doğan Yayın Holding Başkan Yardımcısı Nuri Çolakoğlu idi. Ali Rıza Ersoy, Siemens'in İstanbul Park pisti yapımı aşamasındaki çalışmalarını kısa notlar halinde açıkladı. İşin alınması ve tanımlanması sürecindeki müşteri ilişkilerine, süre kısıtı dolayısıyla imza öncesi alınan risklere, ekip ve firma içindeki yatay hiyerarşik ilişkilere, takım çalışanlarının özverili çalışmalarına, ailelerinin fedakarlılarına, test aşamasının yarışmanın kendi olarak ortaya çıkmasına ve ilk işletmenin de sorumluluklarında olmamasına rağmen kendilerince gerçekleştirilmesine değindi. İbrahim Aybar, Renault markasının dünya çapındaki çalışmalarını açıkladıktan sonra Türkiye'deki yatırımlardan bahsetti. F1'in ve Renault F1 takımının başarısının dünyada ve ülkemizde Renault markasına katkılarını irdeledi. Mümtaz Tahincioğlu, açılıştaki konuşmasındaki bazı noktalara tekrar değinirken, F1'in zaman kullanımı, takım çalışması, delegasyon, yatay hiyerarşi ve ast-üst ilişkisinin samimileştirilmesi konularındaki etkilerini vurguladı. Merchandizing ve insan kaynakları alanlarındaki çalışmaların ülke ekonomisine faydalarını belirtti. Nuri Çolakoğlu ise kendisinin F1 ile tanışmasından başlayarak bugüne kadarki çalışmalarını açıkladı. Spor dallarının savaş hazırlığından doğduğunu ortaya koydu, daha sonra bunun gösteriye dönüştüğünü, ekonomik yanının gittikçe ön plana çıktığını vurguladı. F1'in insan hareketleriyle teknolojinin en yüksek uyumunu gerektirdiğini, bu anlamda günümüzde en sofistike spor olduğuna dikkat çekti. Daha sonra F1'in üç önemli etkisini ortaya koydu: Sporun gelişmesi, ülke tanıtımı ve otomotiv sektörünün gelişmesi.

Son bölümde Ken Pasternak, toplam 10 maddede topladığı Formula 1 Motor Yarışından İş Dersleri'ne geçti.
1. Açık ve sürekli iletişim: Takımdaki herkesin sürekli olarak olan bitenden haberdar olması, bireylerin performansını doğrudan etkileyen bir unsur. Hem takım içindeki pozisyonlarını ve tanımlarını anlama açısından, hem de değişme ve gelişmelerin gerektirdiği hamleleri yapabilme açısından.
2. Suçlamama yaklaşımı: Pasternak, Williams F1 Takım Menajeri Dickie Stanford'un bir sözünü alıntılıyor: Sorunu seçin, kişiyi değil. Sorunun kendisine ve ortaya çıkmasına olanak sağlayan koşullara odaklanmak, çözüm ve tekrarlama riskini azaltma açısından önem taşıyor.
3. Resmi organizasyon gayrıresmi ilişkiler etrafında şekillenir: Tecrübeler gösteriyor ki kritik önem taşıyan karar ve hamleler, takım elemanları arasındaki gayrıresmi ilişkiler ve iletişim sonucu alınıyor.
4. Bireyler, takımlar ve ortakların, bütünü ilgilendiren hedeflere yönelik yakınlaşması: Bu, ilişkilerin sıkılığının sorunlara çözüm üretmedeki önemini vurgularken en ufak parçaların bile bütünün başarısındaki etkisinin göz ardı edilemeyeceğini ortaya koyuyor.
5. Odaklan, odaklan, odaklan: Pasternak bu noktada da Williams F1'in patronu Frank Williams'ın bazı durumlarda kendine sorduğu bir soruyu vurguluyor: “Bu, aracın daha hızlı gitmesini sağlar mı?”. Özetle ne istediğini bilmek ve onun peşinden gitmek, sonuca ulaşıp başarılı olmak için çok önemli.
6. Çabuk karar al ve sonuçlardan ders çıkar: Çok bilinen bir sözü Jordan F1 patronu Eddie Jordan'dan alıntılayarak tekrarlıyor Pasternak: “Kötü karardan daha kötüsü kararsızlıktır”. Analiz yapıp değerlendirme fırsatının olmadığı durumlarda karar almaktan kaçınmak çözümsüzlüğü sürdürmek anlamına gelebileceği gibi zararın katlanarak artmasına da sebep olabilir.
7. Gerçek kazanç sınırlarda ortaya çıkar: Değişik departmanların bazen işbirliği bazen çatışma şeklinde geçen ortak çalışmaları başarının kaynağını oluşturur. Bunun için de Ferrari takımından Ross Brown'un bir sözünü alıntılıyor: “Bu bir motor değil, bir şasi değil, bir aerodinamik paketi değil. Bu bir Ferrari”.
8. Başarılabilecekler konusunda gerçekçi ol: Bazen daha fazlası için çaba göstermek, ilk anda performans artışı olarak kendini gösterse de genele vurulduğunda düşüşle sonuçlanacak bir harekettir. Gerçekçi olup koşullara göre yaklaşım sergilemek, sürekli başarının önünü açar.
9. Hep kazanacağını düşünme: Elde edilen ilk başarı, devamının geleceği izlenimini vererek takımda gevşemeye sebep olur. Oysa ki hızlı değişen ve şiddetli rekabetin olduğu ortamlarda hamleler için karşı hamleler mevcuttur. Bu yüzden başarının devamı takım performansının devamlılığına bağlıdır.
10. İşin her aşamasında liderlik: Hiyerarşik yapının en üstünden en altına kadar her noktada sorumluluk alma ve karar verme gerekliği mevcuttur. Bütünün başarısı için her noktadaki elemanın işini doğru yapması, sorumluluğunun gereklerini yerine getirmesi şarttır.

Son olarak Ken Pasternak'ın sunumu içinde yaptığı bir tespiti vurgulamak istiyorum. Tecrübeler gösteriyor ki, başarı konusunda, detaylar, yeni fikir ve buluşlara kıyasla daha büyük öneme sahip.

9.3.07

Sultanpınarı Yaylası Gezimiz

25 Şubat 2007, Adapazarı Sultanpınarı Yaylası gezimiz.

Bu yürüyüşe başlayışımız.
Sabahın o saati ve soğuk dahi olsa kat kat giyinmemek gerektiğini acı ve terli bir biçimde öğrendim.






Yılankavi kıvrımlarla yukarı tırmanan yolda biz birkaç deli kestirme yarattık kendimize.












Dağcılık günlerimi anımsattı. Mücadele, adrenalin, ter...

Hepsi had safhada.









Yukarıdaki manzara bambaşkaydı. Biz, beş kişi zorlu tırmanışı bitirirken, ekibin kalanı normal yoldan aynı noktaya ulaşmıştı.


O kadarcık yolda, ortam tamamen değişmişti. Yer yer karla kaplı çamurlu toprak yol, yerini yürümenin bile zor olduğu kalın kar tabakasına bırakmıştı.
Tepenin arkasında güneş yükselip biraz evvel yer yer ortaya çıkan sis sürekli ve yoğun hale gelince çok güzel kareler çıktı ortaya.






Yolda yer yer dize kadar battığımız kar, yaklaşık 20 metre görüş mesafesi.


Sisin içinde birbirimizi seçmeye çalışıyoruz. Ve arada güneş yüzünü gösteriyor.






Biraz daha yükselince yine değişti herşey. Sis dağıldı, güneş iyice gösterdi yüzünü.











Bu karede de görüleceği üzere, sis aslında dağılmadı, arkada, aşağıda kaldı.


Ama sisin içinde de, sisten çıkınca da düzenli, tempolu güç harcama, ısınma. Yol boyu tişortla üşümeme durumu.






Tepeden aşağı hafif bir iniş yaptık. Tekrar sisin içine girdik dere yatağına ulaşmadan. Ama yine tişort, yine hararet.


Sadece fotoğraf çekmek mola veriyoruz bu arada. Dehidrasyon (susuzluk rahatsızlığı) endişesi bile oluştu bende. Yorgunluğun önüne geçmek için çok önemlidir bu.





Dere yatağında çeşmeden buz gibi su içip tekar tırmanışa geçtik. Grupta açılmalar arttı bu arada. Neyse, dert değil.


Dere pırıl pırıl, hava mis gibi...












İncecik kuru dalların üstü bile kar. Yemyeşil çam yaprakları ve üstündeki kar ise bambaşka güzel.


Bol bol fotoğraf. Dereyi arkaya alıp çekebilmek adına güneşi karşımıza bile aldık.










Yaylaya vardığımızda dağ evi irisi pansiyonun bahçesine yerleştik. Rehber arkadaşlar ateşle uğraşırken biz yapının rüzgar almayan tarafına, güneşten ısınmış duvarının önüne yerleşip soluklandık.








O duvarın manzarasının bir kısmı, bizim arkamızda görünüyor.


Karenin ortasındakiler: Zevcem ve ben...








Yemeği yiyip soluklandıktan sonra inişe geçtiğimizde, güneş en tatlı ışınlarını yollamaya başlamıştı.











Tüm ekip birarada...











Güneş alçaldıkça ışık daha da güzelleşiyordu. Ortam, hava o kadar temiz ve güzel ki, günün her anı başka güzel. Alacakaranlığa kalsaydık tadı bambaşka olacaktı.


Günün son ışıkları, soluk ışıklarında, yayla evlerinin renkleri ayrı bir güzeldi.



2.3.07

Sezonun İlk Yarışı

10-11 Şubat Türkiye Offroad Şampiyonası ilk ayak Şile

Cumartesi sabahı seyirci etabında görevliydik.

Seyirciler, kameralar, toz toprak...










Bu kareleri yarış bittikten sonra çekebildik tabii...

Birkaç kez ezilme tehlikesi atlattığımızı yerde, etrafımızda tur atan teker izlerinden anlayabilirsiniz.








Otele döndükten sonra malzemeleri bırakıp, fotoğraf makinelerini alıp durgun hava ve günbatımının tadını çıkarmak için kendimizi dışarı attık.












Balıkçılar, günün son ışıklarını ertesi güne hazırlıkla değerlendiriyorlardı.












Biz batmakta olan güneşle vedalaşmak için ufka döndük.















Sonra devam edip yukarı, burnun üstüne tırmandık. Son kez dalgakıran ve balıkçı barınağına baktık.












Burnun üstünde, arkamıza ünlü tarihi feneri de alarak, kendi kısıtlı imkanlarımızla kendi fotoğrafımızı çektik.










Sonra bu yavruyu da selamlayıp, yolu uzatarak geze geze otele döndük.








İkinci gün sektör olarak görev yaptım.
Görev yerim yaklaşık olarak aşağıdaki gibiydi.



Sektör, yani güvenlik olarak etabın yarışa uygun, araç, insan, hayvan vb. temizlenmiş olmasını sağlamaktı görevim. Domuz avı için gelen avcılar, domuzlar yarışan araçların gürültüsünden zaten kaçtığı için "rica"larımızı geri çevirmeyerek etabı terk ettiler.




Bu yavrucağın adı Arap. Sahibi onu aramak için vadinin öbür tarafına gittikten sonra yanımda belirdi. 1 saat kadar arkadaşlık ettikten sonra, geldiği gibi sessizce uzaklaştı. Ortaya çıkışının, yemeğimi yiyişimden sonra olması oldukça üzdü beni.




















Araçlar ilk geçişte oldukça enerjik görünüyorlardı.

İkinci geçişte ise oldukça yıpranmış...





















Ben ise bu ikisinin arasında dev örümcek ağlarıyla mücadele ettim.

Mesela yani...














İşimizi bitirip otele döndüğümüzde, bir sonraki etabın bitişini bekleyeceğimizden, duş alıp dinlenecek, hatta gün batımıyla fotoğraf çektirerek haftasonunu bitirecek zamanımız kalmıştı.