27.7.11

Abimm

2009 yapımı Abimm filmini, henüz televizyonda izleme fırsatı buldum. Çok güzel ışık, renk, açı oyunları olan, kadrosu büyük potansiyel sunan, müthiş mekanlarda kurgulanmış, film kalitesi had safhada olan bir çalışma.

Filmi izlediğinizde Steinbeck’in klasiği Fareler ve İnsanlar ile benzerliği hemen dikkat çekiyor. Zeka özürlü ve birinin kılavuzluğuna, bakımına ihtiyaç duyan bir insan irisi ile kendince hayalleri, hedefleri olan ve bu irinin sorumluluğunu üzerine almış bir kişi. Hikaye bu ikilinin yolculukları, maceraları etrafında anlatılıyor. Ancak Abimm filmi verilebilecek çok güzel mesajlar varken, bunları üstünkörü geçmiş, vurgulamamış, vurgulayamamış. Annesiyle büyüyen bir insanın baba hasreti, ailesinden kalan son kişi olan abisine, istemeyerek de olsa, sarılması, ki bu daha sonra vazgeçilmez bir bağa dönüşüyor, hırsızlık gibi bilinçli ya da istemeyerek birini öldürme gibi görece masum hiçbir suçun cezasız kalmaması, bir şeyi kötülüğe alet ettiğinizde onun o yolda yitirilmesini göze almanız gerektiği, yani su testisinin su yolunda kırılacağı, Levent Üzümcü’nün yeteneğini konuşturduğu Arif ve Selen Seyven’in çok iyi iş çıkardığı Melek karakterlerinde olan zeka özrü gibi de algılanabilecek basit ve mutlu dünyanın sadece bir hayal olduğu...

Anlatılacak bir sürü şey, verilecek, vurgulanacak bir sürü mesaj, bunlara ancak temas edip güzel, basit ve eğlenceli bir hikaye anlatan güzel bir görsel çalışma. Şafak Bal’ın görece başarılı çalışması. Filmin özeti bu bence.

Bundan sonraki kısım benim filmden çıkarımımla ilgili. Mustafa Üstündağ’ın canlandırdığı Çetin karakteri, yaptığı karanlık işler ve yansıttığı tipleme ile hepimizin yaptığı veya aklından geçirdiği şeyleri ortaya koyuyor. Ama benim asıl değinmek istediğim, bunlarla uyuşsun ya da uyuşmasın, ulaşmak istediklerimiz veya en azından eksikliğini hissettiklerimiz için ne kadar bencil olabildiğimiz. Kendisine rehberlik, kılavuzluk edecek bir baba, bir abi eksikliğiyle büyümüş bir insan, eline geçtiğinde kendi eksikliğini gidermek için sahipleniyor onu. Hatta hedeflerine ulaşmak için kullanmak da mübah oluyor. “Beraber mutlu yaşamamız için senden faydalanıyorum”.

Yıllar önce bir tanıdığımız genç yaşta vefat edenler için “Vah ki gidene” demişti. “Kalanlar bir şekilde bakıyor başının çaresine”. Gerçekten de sevgi dediğimiz şey, kendi iyiliğini, mutluluğunu düşünerek onu yanında istemek çoğu zaman. O kişi bu dünyadan ayrıldığında, onun için değil, ondan mahrum kalacağından kendisi için üzülüyor insan. Bencilce düşünüyor ve ağlıyor “O gitti” diye değil, “Onsuz ne yapacağım?” diye.

Bence gerçek sevgi bunun bir adım ötesinde gösteriyor kendini. İyiliği için onun gitmesine izin vermek, kendini geri plana itip onun için üzülmek, onun iyiliğini kendi faydanın önüne koymak. Bunun ayrı bir bilinç düzeyi, ayrı bir olgunluk seviyesi olduğunu düşünüyorum. Ulaşmak için insanın kendinden birşeylerden vazgeçmesi gereken bir düzey.