11.6.07

Şans mı, şanssızlık mı?

İşyerimden yola çıktığımda kilometre sayacı 300 dolaylarındaydı. Normalde bir depo 320-330 km götürür beni. Aynı benzinciden (evin oradaki) ucu ucuna eve getirir beni diye hesapladım. Taksim'e arkadaşlarla buluşmaya gidiyordum. Köprüyü geçip Beşiktaş sapağına doğru tırmanırken birden gaz kesmeye başladı ikitekerim. Jet hızıyla hesaplamaya girişiyorum: Benzin bitmiş olamaz. Bitti mi biter çünkü. Hız kesip devam etmez (Aklına gelmiyor ki biçimsiz depo yüzünden motora az benzin gittiği, o yüzden hızın kesildiği), başka birşeyse n'aparım otoyolun orta yerinde, akşamın bir vakti? Ama benzinden başka birşey de gelmedi aklıma. Zar zor giderken önce Balmumcu'daki benzinci geldi aklıma, tam ona yönelmişken Kabataş'daki daha cazip gelince çıkışları kaçırıp Fulya'nın akşam trafiğiyle sıkışık dar sokaklarında kayboldum. Uzun dolaşmalardan sonra benzincinin olduğu yere vardım ama benzinci ters yönde. İkitekerin avantajını kullanabileceğim bir yaya geçidi vb. de bulamayınca Fındıklı'ya yöneldim U dönüşü için. Benzinciyi 50-60 m geçmiştim ki tık. İlk defa deponun dibini görmüş olmama üzülürken motoru 5 dakika iterek benzinciye ulaşmam ise mutluluk kaynağı oldu. Gerçi üstümdeki tam korumalı kıyafetlerle ter içinde kalmama yetti ama olsun, yolda kalmadım sonuçta. Son olarak vurgulamam gereken şey şu: Bu deponun bu kadar benzim alabileceğini tahmin etmezdim. Dibini görmek gerekirmiş demek ki.

İkinci bölüm, ikinci kabus. Rüveyda'yı, kendisini yarışa götürecek servise binmek üzere Kadıköy'e indirdim. Servisin kalkış saatine kadar hakem arkadaşlarla sohbet edip yolladıktan sonra ikitekerime binip işe gitmek için giyinmeye başladım. Çok ender yaptığım bir iş olarak (bagaja sığmadığı için) Rü'nün kaskını seleye bağlamak üzere kenarlarında kancalar bulunan fileyi bagajdan çıkarırken bir şıngırtı duydum. Birşey düştü diye aşağı bakarken, talihsizlik değil dikkatsizlik sonucu, üzerine park ettiğim mazgalın dibinde görünen balçığın üzerinde bir parıltı fark ettim. Sonra, her neydiyse, gömülüp dünyanın merkezine doğru olan uzun yolculuğuna devam etti. Pek de yakıştıramayarak, korka korka aradığımda motorumun anahtarını, kabusumla yüzleşmeye başladım. Aslında çözüm basitti. İki kask haricindeki tüm malzemeyi bagaja tıkıp atladığım gibi dolmuşa, doğru eve, yedek anahtarı almaya. Gömleğimin su gibi olduğundan bahsetmiyorum bile. Sonra yedek anahtarla motorun başına gittim. Mont, korumalar ve kaskı taktıktan sonra balçığa son kez bakıp el salladım ve işe doğru yola koyuldum. Bir hafta içinde iki güzel olay, unutulmayacak macera.

IRC Rallisi

Türkiye'de düzenlenen iki uluslararası ralli yarışından biri IRC. Yabancı takımlar, yabancı pilotlar, güzel arabalar ve onları sıkıştıran, gurur kaynağımız Türk ekipler. Her zamanki gibi tozlu, ama pek eğlenceli bir yarıştı.


Araçtan ilk indiğimizde karşılaştım bu üzeri inci taneleriyle bezeli gerdanlıklarla. Aşağıdaki keyif için çalı çırpı toplama sıkıntısı olmasa ayrılamayacaktım önünden.


Görev yerimize gidince ilk olarak çay keyfine yöneldik. Yegane, iş yerine sağlık raporu götürüp gizli gizli geldiği yetmiyormuş gibi bir de semaver gibi bir keyif aracını da yanında getirmiş. Gerçi poz vermiş bulunan bu iki hanımın yarım saatte yakamadıkları ateşi ben bir dakikada yaktım ama önemli olan hep beraber çay keyfi yapmamızdı.


Noktalarımızı hazırlarken, en keyifli an. Bu gururu yaşamak bana kısmet oldu.


Stop noktasının telli (telsize alternatif kullandığımız diafon) güzeli ve tabelacı güzeli. Bir uzun saçlı arkadaş daha vardı, hafif de sakallı. Çağlar efendi. O da karneci güzeli.


Aralarda diğer noktaya koştum. Mesafe 350- 400 m. Birkaç dakikalık yürüyüş yani. Sevgilimi biraz görüp (sağolsunlar T1, S1 vs. bize noktamızı boş bırakma fırsatı bırakmadılar) sandviçimi yemek için düştüm yollara. Bahsi geçen kontrol araçları gelecek diye, çayımı bile içemeden, elimde götürerek noktama döndüğüm oldu.


Ama zamanı geldiğinde noktama koşup görevimi yerine getirdim. Hatta fazlasıyla. Şekilde görüldüğü üzere 3 işi aynı anda yapıyorum. Hiç de hata yapmadan üstelik.
Bu da ayrı bir keyif.