14.5.07

Kısa Motor Gezim

Cumartesi akşamı derbi maç münasebetiyle yaptığımız Ortaköy gezisinden sonra parka çektiğim Kara Şimşek’im içten içten çağırıyordu beni. Hafta başında Rü’nün şehirdışına çıkıp Çarşamba akşamı dönmesi bile bana ikitekerimin üstüne çıkma fırsatı vermedi. Perşembe günü boynu bükük haline dayanamayıp, bütün günün iş yorgunluğuna rağmen, ne zaman binebileceğimi bilmeyerek temizledim. Cuma sabah Rü ile beraber çıktık evden. O, ERC/IRC Rallisi’nin Türkiye ayağı olan Fiat Rallisi Tag Start’ında güvenlik olarak görev almak için Sultanahmet’e, ben ise işe. Oradaki işini bitirip Pendik sahilindeki Yarış Merkezi/Servis Alanı’na ulaşması, trafik rezaletiyle beraber gecenin dar vaktini buldu. Ben işten dönüp akşam yemeği derdinden kurtulduktan sonra dayanamayıp atladım ikitekerimin üstüne. Şehiriçi trafik antreman ve adrenalininden sonra Caddebostan’dan sahil yoluna çıktım. Sahilden devam ettikçe trafik seyreldi, Bostancı’dan sonra motorumun tadını çıkarmamı engelleyecek tehlikeli sürücülerden neredeyse hiç kalmadı. Deniz çizgisini tatlı kıvrımlarla takip eden yol, ağır vasıta geçmediği için bozulmamış asfalt, (o saatte bile faal olan) bölge bölge yerleşmiş mangalcıları saymazsak temiz hava… Maltepe’ye kadar gitmişim kendimi kaptırıp. Şehir ve ışıklarını arkama alarak kayalıklarda oturup azalmış ışık kirliliğiyle parıltılarını artırmış yıldızlar ve titrek adalar ışıkları eşliğinde 10-15 dakika dinlendikten sonra Rü’nün sesini duyayım dedim. Saat 10:00 civarıydı. Hala Pendik’te olduğunu öğrenince kafamda bir şimşek çaktı. Filmlerde canlandırılan, hayatın bir anda hızlı çekime alındığı an budur işte. Acele tarafından motoruma atladım ve yola çıktım. Deniz hala sağımda. Onları otele götürecek servisin gelmek üzere olduğunu öğrenince gazı açtım biraz. Biraz, çünkü bu tür heyecanlı durumlarda dikkatin dağıldığını, kaza ihtimalinin arttığını, bir yerlerde okumadıysam bile akıl yürütüp bulabiliyorum. Yeri tam olarak bilmediğim, mesafeyi de tahmin edemediğim için sahil yolunda bolca git-gel yaptım, arada kapalı parka uğrayıp arkadaşların halini hatrını sordum, motosikletli trafik polisleriyle muhabbet ettim (ehliyetimi sormak suretiyle onlar başlattı muhabbeti), yeşersin diye sulanmış asfaltta kaymamak için cambazlık yaptım. Atlayarak ilerleyen film gibi hala gözlerimin önünde. Rü’ye sarılıp arkadaşların yanına ulaştıktan birkaç dakika sonra da servisler geldi (Gerçi, evi yürüme mesafesindeki Melek’lerde kalmaya karar vermişti daha önce, ama saati de göz önüne alınca acele hareket etmem şart olmuştu). Arkadaşlarla vedalaşıp, kısa sürüşlerle eve gidiş yolculuklarında hanımlara refakat ettikten sonra dönüş yolculuğuna koyuldum. O andan itibaren günün yorgunluğu artarak üzerime çökmeye başladı. Sahil yolunun bu kadar uzun olduğunu o ana kadar fark etmemiştim. Bağdat Caddesi trafiği, (bir kere tecrübe ettiğim) Fenerbahçe maçı sonrası kilidi kadar olmasa da oldukça fenaydı. Yolda hiçbir tehlike atlatmasam da eve sağ salim vardığım için şükrettim. Bütün gecemi ve günün yorgunluğundan arta kalan bütün enerjimi emen kısa motor gezim böyle gerçekleşti.